
Neden isyancıları severiz?
Çünkü biliriz ki, bizi yukarıya taşıyacak olan ruh, düzene boyun eğenlerin değil, ona itiraz edenlerin ruhudur. Sessiz kalan, itaati erdem sanan kitleler tarihin yükünü sırtlanır; ama könce kendisinin sonra da çevresindekilerin zincirlerini kıran tek bir el çıkar ortaya ve bazen bu bütün bir halkın kaderini değiştirir.
Sistemin tepesindekiler, bizi iyiliğimiz için yönettiklerini söylerler. Ama bu yalnızca bir iddiadır. Oysa ki, onlar iyilik etmeyi değil, iyilik ettiklerini düşündürmeyi görev edinirler. Bizleri yarattıkları ilüzyona ikna etmek için gerekirse büyük fedakârlıklara başvururlar ama bu sadece bir tiyatro rolüne kendini kaptırmış oyuncunun rolünü gün boyu yaşadığı için bir nevi metod oyunculuğu tuzağına düşerler. Ama sistem yöneticileri içten içe şunu iyi bilirler; kitleler gerçeğin kendisine değil, görüntüsüne inanır.
İsyancı, işte tam burada doğar: Görüntüyü yırtar, sahneyi yakar, perdenin arkasındaki çıplak gerçeği ifşa eder.
İsyancıya Duyulan Sempati
Tüm geçmiş film izlemelerimi göz önüne aldığımda inkar edilemez bir gerçek var; izlediğim filmlerde, dizilerde her zaman isyancı karakterlere sempati duydum. O isyan eden, asi ruhlu, düzene karşı çıkan kim varsa, kalbim ona karşı her daim bir yakınlık duydu. Belki bu sinema aracılığıyla bize yapılan bir bilinçaltı propagandasının sonucudur. Belki de sistem sahipleri, sinema ve edebiyat yoluyla, insan psikolojisinin bilerek bu karakterlerini parlatmıştır. Ben bundan daha derin bir sebep olduğuna inanıyorum: Özgürlük istencindeki bir ruh, zincire tahammül edemez.
İsyancılar neredeyse her zaman halkın en alt sınıfından hareketle mücadeleye girişmişlerdir. İlginçtir ki, anlatıların içerisine yine de soy kavramının kutsanması için aslında kralın kayıp oğludur. Ama eğer bu kişi yıllarca saraylarda büyümüş olsaydı ve isyancı ruh yerine politika ile rakiplerinin hakkından gelmeye çalışsaydı onunla gerçekten empati kurabilir miydik? Bir kraliyet ailesinin mensubunun gündelik dertleri bizimki ile bir değil. Bizim çevresel yalnızlığımız, onların kalabalık şölenlerine hiç benzemiyor. Hadi bazı konularda aynı hedefleri paylaşalım ama yürüyecek olduğumuz yol farkı olacak, tartışmasız olarak. Onların müttefikleri lordlar ve senatorlar, bizim müttefiklerimiz aç biilaç çapulcular olacaktır. İşte bu yüzden samimi olan bir isyancı, her daim yalnız bir kurt olarak kalır.

Nankörlük ve Cesaret
Gerçi kabul etmek gerekir ki, her isyancı biraz nankördür.
Kendisini var eden topluma, onu besleyen otoriteye başkaldırır. Ona yaşam veren sisteme dişlerini geçirir. Ama unutmayalım: Nankörlük burada bir kusur değil, bir erdemdir. Çünkü bazen kendin ve kendinden olanlar için en büyük iyilik, dayatılan iyiliğe karşı çıkmaktır.
İsyancı, önce susar, gözlemler, eleştirir. Sonra yıkıcı bir kudrete dönüşür gücü. Gerekirse sinsice sızar, gerekirse açıktan meydan okur. İster bir gölge gibi ilerler, ister bir kıvılcım gibi parlayıp yakar ortalığı. Ama her durumda, otoriteyi huzursuz eder ve gücü ölçüsünden titretir.
Ve evet, çoğu kez sistemin kendisine hizmet ederken bulur kendisini bu isyancı. Çünkü devrim başarılı bile olsa bir düzen kurar ya da zayıf olan lider elenir ve görece daha ılımlı bir yönetim gelir veyahutta sistem daha da otoriterleşir. Taht kavgaları devam ederken gerçek bir isyancı şunun farkındadır; tahtın kimde olduğu değil, o tahtın özelliklerine karşı takınılan tavırdır. Tahttaki erkin, ereklerine erişmek için kendisini tahta oturtan/oturmasına izin verenlere ne verdiği ve ne aldığıdır mesele. İdealist bir kişi; kendi, ekibi, grubu, milleti ve dünyadaki her insanın çıkarını eşit bir çizgide hizzalamaya çalışır. Budur ideal olan, budur erdemli kabul edilen. Bir idealist, sistemin buna izin vermediği ve sistemin yöneticlerinin bunu asla beceremeyeceğine inandığı anda isyana cürret eder.
İsyanın Paradoksu

Ama isyanın paradoksu gereği, her isyan, eninde sonunda bir sisteme dönüşü ve her yeni sistem, eninde sonunda yeni isyancıları doğurur. Aslında belki de bu yüzden isyancı ruhu ölümsüzdür. Kişiler ölür, liderler yenilir, bayraklar değişir. Ama isynacu ruh, başka bir bedende yeniden uyanır ve bir gün asi bir öğrenci olur, başka bir gün bir işçi, bir sanatçı, bir bilim insanı, bir yabancı. İsyanı taşıyanlar değişir ama özü baki kalır.
Toplum, isyancıdan korkar ama ona gizliden gizliye hayranlık duyar.
Çünkü isyancı, herkesin içinde bastırılmış bir arzuyu dile getirir: Özgürlük arzusunu.
Bir kölenin zincirlerini kırmasını izlemek, bizi kendi görünmez zincirlerimizi hatırlatır.
Tarih boyunca kahramanlar hep isyanın içinde ortaya çıkar. Köle Spartaküs, imparatorlara meydan okurken; Prometheus, tanrılardan ateşi çalarken aynı tinsel sesi haykırır: “Boyun eğme!”
Peki size şunu sormak isterim; bir isyancı ölmeden önce, fikirleri dikkate alınmışsa, bazı önerileri topluma sirayet etmişse, sevinmeli midir? Yoksa gerçek bir devrimi tamamlayamadan öldüğü için hüzünlenmeli mi?
İsyancı için zafer nedir? Bir bölgenin kaderini değiştirmek mi? Bireylerin çeşitli konularda bilinçlerini uyandırmak mı? Aslınad her isyancı bir hain olarak tanınan ve kayda değer bir etki yarattığında da efsane olarak kayda geçen biridir. Elbette her biri bir devrim yaparak yeni bir düzen getirebilecek kudrette değildir; ama samimi ve mücadeleci bir isyancı lider bir şekilde eski düzene geri dönmeyecek bir etki bırakır mevcut düzene üzerinde ve hayatı karşılık bulmuş bir reddiyedir toplum nezdinde.
Ve son söz olarak,
“Özgürlük, önce zihinde başlar ve fiziksel pratiklerle yaşama sirayet eder. Ruhumuz aslında bir cihazın işlemcisi gibidir ve beden ise donanımın kendisi. İnsaın işlemci aslında öyle bir güce sahip ki, donanımın fiziksel sınırlarını aşar ve onu kuşatan fizik kurallarını bile esnetir. Hadi kendimize yeni bir sürüm yazalım ve piyasaya sürelim.”